Beycan.NET Sözlük
İletişim Sitemap

"filhâl" kelimesinin anlamı nedir?

filhâl: (Fi-l-hâl) Şimdi, hemen. * Bu halde. * Hadd-i zâtında.

filhâl kelimesinin ardından gelen kelimeler

firağ: ayrılık, ayrılık acısı, firak.

firak: hasret, özlem, ayrılık, sıkıntı

firdevs: cennette altıncı bahçe, sekiz cennetten biri.

firez: ekin, yeni çıkmaya başlamış ekin.

firkat: ayrılık

fitne: bela, sıkıntı, ara bozma, karışıklık çıkarma.

fizâh: yüksek sesle ağlama

fodul: sıradan, töreden dışarı iş yapan, söz söyleyen ham kişi, münasebetsiz.

fodulluk: sıradan, töreden dışarı iş yapan, söz söyleyen ham kişi, münasebetsiz.

Furkan: 1- Kur'an. 2- İyiyle kötüyü, doğruyla yanlışı, hak ile batılı ayıran kanıt. 3- İyiyle kötü ve doğruyla yanlış arasındaki farkı gösteren her şey.

fuzul: fazla şey, lüzumsuz söz.

füruş: satan, satıcı

fülfül: karabiber

gaddar: zulmeden, kıycı.

gaf: gaflet hali.

Gaffar- üz- zünûb: günahları bağışlayıcı, Tanrı.

gafil: habersiz, dikkatsiz.

gaflet: dalgınlık, aymazlık.

gafur: gayretli, çok çalışkan. (Allah'ın adlarından biridir.)

gah: ara sıra, yer.

Hızlı kelimeler listesi

âb: su.

âbşar: su şırıltısı, çağıltı.

ademi: insan, adam.

ağu: zehir.

ahir-kâr: işin sonu.

akl-ı mead: ahirete dönük akıl.

alçah: alçak, yüksel olmayan.

ama: geyik.

andelip: bülbül, seher kuşu.

arkuru: aykırı, ters

Aşere-i Mübeşşere: Cennete gidecekleri Hz. Muhammed tarafından bildirilen on İslam büyüğü Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali, Talha bin Ubeydullah, Zübeyr bin A vvam, Abdurrahhman bin A vf, Ebu Ubeyde bin Cerrah, Sait bin Zeyd, Sad bin Ebi vakkas.

avurmak: eğilmek, çevirmek.

ayn-i irşid: irşadın ta kendisi, aydınlatma.

azıtmak: yoldan çıkmak, sapıtmak.

bahâdır: yiğit.

bâran: yağmur

bedirlenmiş: ayın on dördüne benzemiş.

berî: ırak, sıyrılmış, kurtulmuş.

bider: tohum.

büryân: kebap, kızartma.

burdubâr: tahammüllü, yumuşak huylu.

cânib: yön, yan, taraf

cevşen: zırh

cünunluk: coşkunluk, akılsızlık, delilik.

çarkacı: ordunun öncüleri.

çırak: ışık, mum, kandil

dad eylemek: yardım dilemek, yahut yardım etmek.

danışmak: konuşmak.

demde: eğlencede, dolaşmada.

desdimal: el sileceği, yağlık.

dilçevüren: dilçeviren, söz gezdirici, dedikoducu.

döşürmek: devşirmek, bir araya getirmek, toplamak.

dürdane: inci tanesi

eflâk: felekler, gökler, yıldızlar.

emlek: emen.

erkan: esaslar, destekler , direkler, reisler, önemli kişiler.

eytam: yetimler.

fâş: duyurma, açığa vurma, yayma.

ferraş: döşeyen, döşemeci,hizmetçi, Kâbe'yi süpüren.


gah: ara sıra, yer.

gedik: birkaç dönümlük arazi.

gıybet: dedikodu

gönlek: gömlek

güftar: konuşma, söz, lakırtı

güz: sonbahar.

Hakk'ın cemâli: Tanrı'nın güzelliği.

hamir: şarap, alkollü içkiler.

harir: ipek.

hayf: haksızlık, zulüm, yazık ki, heyhat, vah.

hevl: korku.

hired: akıl, us.

hûr: cennet kızı, güzel kız.

ırağ: ırak, uzak.

ibrim ibrim: dalga dalga ibrişimli, gelinin başına takılan ipek tel.

ikicilik: kararsız.

ireyhan: fesleğen.

kabal: ortaklaşa ya da ücretle başkasının tarlasında çalışma.

kallemiş: güzel bir koku.

kanlı: katil.

kavl: söz verme, sözleşme.

kelb: köpek.

kesret: bolluk, çokluk.

kırkbudak: Hacı Bektaş ve Balım Sultan tekkelerinde bulunan kırk mumlu şamdan.

ko: bırak.

koyak: yüksekten inen suların toplandığı yer, derin olmayan çukur.

küllî: hep, bütün, tüm.

lat: Arapların İslam öncesi putlarından biri.

mağrib: batı

maral: dişi geyik.

medet: yardım çağrısı.

menşûr: ferman.

meyyit: ölü.

misak: and, yemin.

mukadder: kader, kısmet. tayin olunmuş.

müdbir: talihsiz, düşkün.

müşkil: çözümlenmesi güç şey.

nasuh: bozmamak üzere tövbe eden adam, bu çeşitten tövbe.

nevcivan: genç.

obrulmak: oyulmak, oyula oyula suya batmak.

pak: temiz, arı.

peri: doğaüstü güçleri olduğuna inanılan, düşsel, çok güzel dişi varlık.

pişvaz: karşılama.

rasaf: taş döşenmiş yol.

riyâzât: az yemek, az içmek az uyumak yoluyla nefsi terbiye etmek. Nefsi yenmek için bunlara katlanmak.

safa nazar: temiz bakış, Mürşidin bakışı.

Salman: Peygambere ilk iman edenlerden bir İranlı.

Seb'ül mesan: Yedi kat gökyüzü. Yedi ayetten oluşan Fatiha suresi.

semender: ateşte yanmadığı rivayet edilen efsanevi bir hayvan, su kertenkelesi.

seyrangâh: gezinti yeri

sipah: atlı asker.

sun: yaratma, kurma, yapma.

şadda: kuşak.

şekva: şikayet, aciz kaldığını ve zavallılığını haber vermek.

şellek: yük halinde bağlanmış çalı çırpı pılı pırtıdan ibaret sırt yükü.

tağ: kavun, karpuz gibi bitkilerin gövdeleri ve yerde kayılan kolları, dalları.

tapşırmak: 1. lsmarlamak. 2.Emanet etmek. 3. Söylemek, ad söylemek.

teferrüçgah: gezinti, eğlence yeri.

tezkiye: temizleme, soruşturma.

turab: toprak.

ulu divan: mahşer günü insanların Tanrı huzuruna çıkışı.

uz: usta, uzman, uzun.

varak: yaprak, kağıt veya kitap yaprağı, yazılmış kağıt.

yağı: düşman, hasım.

yavı kılmak: kaybetmek, yitirmek.

yerinmek: üzülmek.

yunmak: yıkanmak.

zebânî: azap meleği.

zihi: ne hoş, ne güzel.