Beycan.NET Sözlük
İletişim Sitemap

"ağca ceyran" kelimesinin anlamı nedir?

ağca ceyran: ak ceylan. "Ağca ceyran sürme çekip gözüne." (Ak ceylana benzetilerek sevgilinin güzelliğinin vurgulanması.)

ağca ceyran kelimesinin ardından gelen kelimeler

ağı: zehir.

ağu: zehir.

ağıl: koyun ve keçi sürülerinin gecelediği çit ya da duvarla çevrildiği yer.

ağır sufra: şölen sofrası.

ağır zürbe: yabankazı, yabanördeği, turna gibi kuşların uçarken yaptıkları büyük dizi, katar.

ağlaram: ağlarım.

ağmak: yukarı çıkmak, yükselmek. 2- akmak, karışmak.

ağrı: yön, taraf.

ağyar: başkaları, sevene göre sevgilisiyle görüşenler.

aharam: akarım. "Aharam seller içinde."

ahbâr: haberler.

ahd: vadetme, söz verme.

ahdipeyman: yemin, yemine dayalı sözleşme, antlaşarak yapılan sözleşme.

ahd ü peyman: yemin, yemine dayalı sözleşme, antlaşarak yapılan sözleşme.

ahen: demir, zincir, kılıç, katı, acımasız.

ahenger: demirci.

aheste: yavaş, ağır, yavaş yavaş

ahıl: akıl

ahi: Arapça kardeş anlamına gelen bu sözcük, hem ustaları, hem çırakları içine alan esnaf loncalarının liderine verilen ad olmuştur.

ahibba: dostlar, sevgililer

Hızlı kelimeler listesi

âb: su.

âbşar: su şırıltısı, çağıltı.

ademi: insan, adam.

ahibba: dostlar, sevgililer

akl-ı cüz: aklı kıt.

alâyiş: gösteriş, debdebe, tantana, ziynet.

aluptur: almıştır.

anda: orada, oraya

argaç: davarların açıkta toplu olarak yattıkları yer, düz dağ sırtları.

asman: gökyüzü, sema.

avsın: büyü, tılsım.

ayn: göz, çeşme, kaynak

azl: işten çıkarma.

baha: değer.

bannamak: ötmek, seslenmek.

Bedahşan (Badakşan): Afganistan'da eyalet. Merkezi Feyzabat şehridir. Kökçe nehrinin yukarı yatağında çıkan -bir yakut türü olan- lacivert taşıyla ünlüdür.

bergüzâr: anı, anılmak için verilen armağan.

bîçâre: çaresiz.

birke: büyük havuz, gölcük

burçak: baklagillerden, taneleri hayvan yemi olarak kullanılan yıllık bir yem bitkisi. Bu bitkinin mercimeğe benzeyen tanesi.

canal: canan, sevgili.

cevahir: cevherler, mücevherler.

cündî: atlı, mahir binici.

çarh: gök

çılbak: çıplak

çüter çüter: çifter çifter.

dandan: gürültü, patırtı, kavga.

deman: etek.

derviş: yoksul, varlığından benliğinden geçmiş kişi, tarikata girmiş kimse.

dide: göz.

Kırk Makam: Sufi'yi Tanrı'ya götüren yol dört kapı ile belirlenmiştir. Yola, Tarikata giren bu kapılardan sıra ile geçecektir. Bunlar, Şeriat, Tarikat, Marifet ve Hakikat kapılarıdır. Her kapının on dört özelliği vardır ki, bunların topuna birden Kırk Makam denir.

dün ü gece: gece gündüz.

efil: yavaş.

emcek: meme

erdi: geldi.

evvel bahar: ilkbahar.

farz: 1.Müslümanlıkta özür olmadıkça yapılması zorunlu, yapılmaması günah sayılan Tanrı buyruğu. 2.Doğru sonuca varmak için yapılması zorunlu olan.

ferişte: melek, günahsız suçsuz kimse

fitne: bela, sıkıntı, ara bozma, karışıklık çıkarma.

gapuvan: kapına.

genc: hazine.

giriv: bağırma, çığlık.

gövel: gök mavisi

gülşen: gül bahçesi.

Hâbil: Hz. Âdem'in oğularından biri.

hali: tenha, boş, sahipsiz yer, kayıtsız, uzak.

hâne: ev, gönül.

has: iyi, güzel, en güzel.

hedeng: ok.

hışmeylemek: kızmak.

höşmerim: peynirle yapılan bir tatlı.

Hüdâ: Tanrı, Allah

ırılmak: ayrılmak, uzaklaşmak, yorulmak.

iflâh olmak: kurtulmak.

imdi: şimdi, buna göre, bu durumda, artık.

irtikâp: bir kötülük işleme, yiyicilik, rüşvet yeme.

kada: kaza, bela

kamet: namaza başlama işareti, namaz kılmak için okunan ezan. Boy, boy-pos, endam.

karavaş: kul, köle.

kayıkmak: sapmak, dönmek.

kemha: bir çeşit kumaş.

ketimek: kırpmak, gedik açmak.

kıyam: ayağa kalkmak, namazda ayakta durmak.

koduk: sıpa.

köşek: deve yavrusu.

künh: temel, öz.

lengi: topallık, aksaklık.

mâhi: balık.

mesnet: muvazene, denge, dayanak.

mekrümet: kerem, izzet, şeref.

merek: dam, ahır, kulübe, samanlık.

micuz: huy.

mişvar: tavır, hareket, gidiş.

musahhar: ele geçirilmiş.

mülevves: kirli, pis, bulaşık, alıkoyulup sonraya bırakılmış veya durdurulmuş olan. Karışık, intizamsız.

nagam: nağmeler, güzel sesler.

necât: kurtuluş.

nisar: saçan, saçıcı, saçıp dökme.

onmak: rahata kavuşmak.

parlı: parlak, ışıldayan, göz kamaştırıcı.

pervane: mumun, ışığın çevresinde uçuşan küçük kelebek.

pul: eskiden kullanılan akçadan küçük para.

rehvan: yolda giden, yürüyen.

rükû: eğilmek, namazda eller dizde eğilmek.

sahat: saat.

sarvan: çadır, gölgelik, kervan başı, tahtadan yapılmış balık sırtı şeklinde çanta.

seğdirmek: koşmak.

sergerdan: başı dönmüş, şaşkın.

sığın: bir geyik türü.

sofi: tasvvuf yolunu tutan kimse. İslam felsefecisi.

sûz: sıcaklık, yanma, yanış.

şahne: vergi toplayıcı, tahsildar.

şerha: yarık.

şivekâr: nazlı, cilveli.

talak: boşama.

tavaf: çevresini dolaşmak.

telek: kuş tüyü

tımar: devlet tarafından geçim için verilen toprak.

tülü maya: güzel tüylü deve.

urmak: vurmak.

ümmet: bir peygambere inanıp bağlanan cemaat.

velekad: asalet, iyilik.

yalbırdak: çıplak, yalın, kılıfsız, parlak.

yaylamak: gezip dolaşmak, yaylaya çıkmak, kokmak.

yıkışmak: güreşmek.

zağlı: iyi bilenmiş.

zekât: İslam inanışına göre helallığını sağlamak için mal ve paranın her yıl dağıtılması gereken kırkta biri.

zıbın: bezden yapılma iç hırkası veya iç gömleği.