Beycan.NET Sözlük
İletişim Sitemap

"agah" kelimesinin anlamı nedir?

agah: bilgili, görgülü.

agah kelimesinin ardından gelen kelimeler

: ak.

ağ gızıl: ak, kızıl karışığı renk, alacalı

ağ lavaş: yufka ekmek, ak undan yapılmış yufka ekmek.

ağ mercan: ak mercan. (mecazi anlamı; ak meme, sevgilinin süt gibi ak olan memesi.)

ağaç at: tabut.

ağca: akça, aka yakın, alacalı.

ağca ceyran: ak ceylan. "Ağca ceyran sürme çekip gözüne." (Ak ceylana benzetilerek sevgilinin güzelliğinin vurgulanması.)

ağı: zehir.

ağu: zehir.

ağıl: koyun ve keçi sürülerinin gecelediği çit ya da duvarla çevrildiği yer.

ağır sufra: şölen sofrası.

ağır zürbe: yabankazı, yabanördeği, turna gibi kuşların uçarken yaptıkları büyük dizi, katar.

ağlaram: ağlarım.

ağmak: yukarı çıkmak, yükselmek. 2- akmak, karışmak.

ağrı: yön, taraf.

ağyar: başkaları, sevene göre sevgilisiyle görüşenler.

aharam: akarım. "Aharam seller içinde."

ahbâr: haberler.

ahd: vadetme, söz verme.

ahdipeyman: yemin, yemine dayalı sözleşme, antlaşarak yapılan sözleşme.

Hızlı kelimeler listesi

âb: su.

âbşar: su şırıltısı, çağıltı.

ademi: insan, adam.

ahdipeyman: yemin, yemine dayalı sözleşme, antlaşarak yapılan sözleşme.

Ahmet: Hz. Muhammed'in adlarından biri.

Aladağ salı: Aladağ düzlükleri.

ali: büyük, yüksek, üstün, yüce, aziz olan.

amm: halk, herkes, halk yığını.

arasat: kıyamet kopunca dirilen canlıların toplanacağı yer.

aslı hariç: soyu belirsiz, yabancı.

atlanıban: atla, atlanarak, atlı olarak.

Ayet-i Kurba: Kur'an Şura suresinin 23. ayeti. Burada "Ya Muhammed sen ümmetine söyle ki; size tebliğ ettiğim din hükümlerine mukabil akrabana (yakınlarına) muhabbetten başka bir şey istemem" denmektedir. Ayette "akrabanın karşılığı; fil-kurba" sözcüğü bulunduğu için ayet bu adla anılmaktadır.

azemet-füruş: büyüklük satan.

bâğbân: bağcı, bahçıvan, bağ bekçisi.

bâl: kol, kanat, koruma, yürek, gönül.

baylık: zengin, zenginlik

benefşe: menekşe.

bezenmek: süslenmek.

bilekçe: kolbağı, kelepçe.

börk: kürk ve keçeden yapılma başlık.

bürünüptür: bürünmüştür.

cellat amanı: ölüm cezasına çarptırılmışlara, ölüm yargısının uygulanmasından önce, son isteği için tanınan süre.

cönk: mecmua, dergi, gemi, yük.

çalhanmah: çalkanmak.

çevgân: ucu topuzlu, eğri bir değnek. küçük bir topla oynalınan bir oyunda topu çelmek için kullanılan ucu eğri sopa.

çövmen: yemiş toplamakta kullanılan ucu çatallı değnek.

dalda: gölge.

dehân: ağız

derilmek: toplanmak.

deyyan: mükafatlandıran ya da cezalandıran hâkim, Tanrı.

dolukmak: göz yaşarmak

duzeh: cehennem.

edâ: çalım, işve, naz. 2- bizim, durum.

ekdam: gayret ve sebatla çalışma.

engûr: üzüm

esrimek: sarhoş olmak.

fakih: İslâm hukuk âlimi

ferace: kadınlar için bol ve uzun üst giysisi. Başörtü.

fil: satranç oyununda çapraz hareket eden iki taşın adı.

gafur: gayretli, çok çalışkan. (Allah'ın adlarından biridir.)

gede: yoksul.

gıya bakmak: alıcı gözle bakmak. 2- yan bakmak.

göğnek: gömlek

gussa: tasa, sıkıntı, üzüntü.

güvah: şahit, delil, tanık.

hakayık: hakikatler.

hâmil: yüklenen, gebe, hamile.

harif: iş ehli, iş sahibi.

havf: korku.

hevik: yazık.

himmet: yardım, destek, çaba.

hünkâr: Padşah, hükümdar, sultan.

ılkım: uzaktan titreyerek gelen ses, karların eriyip akması.

ibtida: önce, ilk önce, başlangıç.

iki cihan: dünya ve ahiret.

ireng: renk

kaba(kebe): elbise, giysi.

kalan: şimdiden sonra, artık, gayri.

kanı: hani, nerede

kavil: söz.

keleci: söz.

kesmik: buğday başaklarıyla karışık saman, harmanda iyi döğülmeyip kabuklarıyla karışmış buğday taneleri.

kırcı: küçük taneli yoğun kar.

kisb ü kâr: iş, güç, alışveriş.

kovmak: koşturmak.

külhan: hamamlarda su ısıtmak için ateş yakılan yer.

Lâ taknatû: "Umut kesmeyin" anlamında Kur'anda geçen söz.

mağrıp: batı

mâr: yılan

mecâl: güç, kuvvet.

menkûr: inkar olunmuşluk belgesi.

mevta: ölü.

mirze: soylu, saygın kişi, mirza.

mukaddem: zaman ve mekan cihetiyle daha evvel olan.

müdam: devam eden, süren, sürekli.

mürver: beyaz çiçek açan bir süs ağacı, bu ağacın çiçeğine verilen ad.

nas: insanlar.

nevaz: okşama, taltif.

nüzul: inme

özge: başka.

pergar: çember, koruyucu.

pişrev: önden giden, öncü.

ravza: çayırlık, çimenlik, bahçe.

riya: özü sözü bir olmamak. İki yüzlülük.

sefa: saflık, temizlik, şenlik, keyif.

salınıban: salınarak.

sebükbar: yükü hafif, gailesiz.

semek: balık, dünyayı boynuzlarında taşıdığına inanılan öküzün altında bulunan balık.

seyran: gezinme, gezme.

sinli: mezarlık.

sumâr: son, nihayet.

şadan: mutlu, neşeli.

şekk: şüphe, kuşku.

şilek: yük halinde bağlanmış çalı çırpı pılı pırtıdan ibaret sırt yükü.

tacillemek: acele ettirmek.

tapı: tapınılan şey, mabut.

teferrüç: gezinti.

tezkin: teşbih etmek, benzetmek.

tup: hep, tüm, birden.

ulaşır: sataşır.

uyakmak: batmak, gurup etmek.

vala: gelinin başına örtülen bir çeşit örtü.

yad: yabancı, yabancı il.

yaşın: gizli.

yenle: yeniden.

yumuşlu: hizmetli.

zeban: dil.

zibâ: süslü, yakışıklı, güzel.