Beycan.NET Sözlük
İletişim Sitemap

"sur" kelimesinin anlamı nedir?

sur: kıyamette İsrafilin çalacağı boru. Bütün ölüler bu borunun çalınmasıyla dirilecektir.

sur kelimesinin ardından gelen kelimeler

sûret düzmek: kılık kıyafet yapmak, düzmek

sûz: sıcaklık, yanma, yanış.

sübe: yumurta biçiminde, bebeğin kundaklanmış hali.

sücü: şarap.

sükker: şeker.

Süleyman: Kur'an'da anılan peygamberlerden biri, İncil'de de adı geçen İsrail kıralı (İ.Ö.970-93 1 arası). Kur'an'ın bir çok ayetinde Süleyman peygambere verilen iistiin güçler, ilalıi nimetler ve saltanattan söz edilir. Kur'an'a göre Süleynıan, Davut peyganıberin oğludur. Süleylan peygamberin kuşların dilini bildiğine, rüzgara ve cinlere hükmettiğine inanılır. Divan ve Halk şairleri, Süleyman peygamberin doğa üstü güçlerine ve kudretli yüzüğüne (Mührü Süleyman) şiirlerinde telmih yoluyla, sıkça değinirler. Divan ve Halk şiirinde Süleyman peygamber kuvvet ve kudret örneği olarak işlenir.

sürçek: ayağı yere takılan.

süllem: merdiven.

sünnet: Hz. Muhammed'in Müslümanlarca uyulması gerekli davranışlarının ve değişik konularda söylemiş olduğu sözlerin tümü. İbadet yönünden sünnet, farz olan nazalardan önce ve sonra kılınan namazlardır.

sünü: kemik.

sünük: kemik.

süngük: kemik.

süngek: kemik.

şâd: sevinçli, neşeli.

şadan: mutlu, neşeli.

şadda: kuşak.

şâdoluben: sevinerek.

şahan: şahin.

şahbaz: yiğit, güçlü, iri bir tür akdoğan.

şah-ı hûban: güzeller şahı.

Hızlı kelimeler listesi

âb: su.

âbşar: su şırıltısı, çağıltı.

ademi: insan, adam.

ağu: zehir.

ahir-kâr: işin sonu.

akl-ı mead: ahirete dönük akıl.

alçah: alçak, yüksel olmayan.

ama: geyik.

andelip: bülbül, seher kuşu.

arkuru: aykırı, ters

Aşere-i Mübeşşere: Cennete gidecekleri Hz. Muhammed tarafından bildirilen on İslam büyüğü Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali, Talha bin Ubeydullah, Zübeyr bin A vvam, Abdurrahhman bin A vf, Ebu Ubeyde bin Cerrah, Sait bin Zeyd, Sad bin Ebi vakkas.

avurmak: eğilmek, çevirmek.

ayn-i irşid: irşadın ta kendisi, aydınlatma.

azıtmak: yoldan çıkmak, sapıtmak.

bahâdır: yiğit.

bâran: yağmur

bedirlenmiş: ayın on dördüne benzemiş.

berî: ırak, sıyrılmış, kurtulmuş.

bider: tohum.

büryân: kebap, kızartma.

burdubâr: tahammüllü, yumuşak huylu.

cânib: yön, yan, taraf

cevşen: zırh

cünunluk: coşkunluk, akılsızlık, delilik.

çarkacı: ordunun öncüleri.

çırak: ışık, mum, kandil

dad eylemek: yardım dilemek, yahut yardım etmek.

danışmak: konuşmak.

demde: eğlencede, dolaşmada.

desdimal: el sileceği, yağlık.

dilçevüren: dilçeviren, söz gezdirici, dedikoducu.

döşürmek: devşirmek, bir araya getirmek, toplamak.

dürdane: inci tanesi

eflâk: felekler, gökler, yıldızlar.

emlek: emen.

erkan: esaslar, destekler , direkler, reisler, önemli kişiler.

eytam: yetimler.

fâş: duyurma, açığa vurma, yayma.

ferraş: döşeyen, döşemeci,hizmetçi, Kâbe'yi süpüren.

fodul: sıradan, töreden dışarı iş yapan, söz söyleyen ham kişi, münasebetsiz.

garet: yağma, talan, çapul.

genc-i nihan: gizli hazine.

giryân: kederli, üzgün, ağlayan.

göymek: yanmak, yanacak hale gelmek.

gümrah: sapık, yolunu kaybetmiş.

hâcet: ihtiyaç, dilek, istek.

Hâlik: Yaradan, Tanrı, Allah

hannar: hanlar.

haset: kıskançlık.

helekleme: yok etme, helak etme.

hıyaban: iki tarafı ağaçlık, geniş yol. Bulvar.

hu: ünleme, selam.

hüma: güvercin büyüklüğünde, zümrüt yeşili kanatlı, üzerinden gcçtiği kimselere zenginlik ve mutluluk getireceğine inanılan kuş [Huma kuşu], devlet kuşu.

ırlamak: türkü söylemek.

igit: yiğit, erkişi.

İmran: Musa peygamberin babası, Kur'an'ı Kerim'in üçüncü suresi.

ispir: şahinden sonra avcı kuşların en mahiri.

kadı: şeriat hükümlerine göre hüküm veren kişi, hâkim.

kamu: hep, bütün.

kara yer: mezar, sin, gömüt.

kayil: inanç

kemdamarlar: kötü huylar.

kevneye: dünya ve ahiret.

Kihil: yaşlı, kemâlini bulmuş kimseler, kâmil insanlar. olgunluk çağında bulunanlar.

kogıl: bırak, çek.

köyünmek: yanmak.

kürtük: donmuş kar birikintisi.

leşker: asker.

mahmur: sarhoş.

mâşuk: sevgili, sevilen kimse.

melâmet: kınamak, ayıplamak.

mest: sarhoş, kendinden geçmiş, âşık.

miftan: anahtar.

mizan: terazi, ölçü, tartı, akıl, idrak, muhakeme. Mahşerde herkesin amellerini tartmaya mahsus bir adalet ölçüsü olup hakiki mahiyeti ancak ahrette bilinecektir.

mustağrak: batmış, boğulmuş, dalmış.

münacât: gizlice konuşmak, dua.

nail: erişme, ulaşma.

nef: fayda.

niza: çekişme, kavga.

ögünden: önünden.

payam: haber.

perveri: besili, besiye alınmış, beslenmiş.

pür: dolu.

reşme: hayvan başlığında burun üzerine gelen zincir.

rüsva: rezil, aşağılık, itibarsız.

sâim: oruçlu, oruç tutan.

sayvant: çadır, gölgelik, kervan başı, tahtadan yapılmış balık sırtı şeklinde çanta.

sehab: bulut.

serheng: çavuş, kavas, kapı bekçisi.

sındı: makas.

somak: kurusu yemeklerin üzerine serpilen taneleri dut tanesi büyüklüğünde üzüm salkımı şeklinde ekşi kırmızı bir meyve.


şahbaz: yiğit, güçlü, iri bir tür akdoğan.

şems: güneş.

şirk: ortak tanımak, Tanrı'ya ortak koşmak.

taht: hükümdarların oturduğu büyük, süslü koltuk.

tarik: yol

tehî: boş.

tıflı nareste: ergenlik yaşına ermemiş genç.

turfanda: taze, yeni.

umman: büyük deniz, engin deniz, okyanus.

üğrümek: sallamak.

vaya: fayda.

yalaz: parlak.

yavu kılmak: yitirmek.

yetirmek: yetiştirmek, eriştirmek.

yuvanmak: ağırdan almak.

zebun olmak: birinin elinde perişan olmak.

zinhar: asla, sakın ha.